14 Nisan 2010 Çarşamba

Rivayet edilir ki...

Uykusuz bir gecede yazılmıştır...
Bu uykusuz gecelere kimi zaman bir fincan kahve, kimi zaman bir öksürük, kimi zaman bir özlem sebep olmuştur.
Yani öyle rivayet edilir. Aslında birçok şey rivayet edilir bu dünyada.
Kimse ne olduğunu çok iyi bilmez, yaşayanın kendisi bile. Sürekli olarak birileri bir şeyleri sanır durur. Sadece sansa iyi, bazen de birileri bir şeyleri sınar hem de durmaksızın. Ki sınayan bile bilmez, bilse de bilmemezden gelir. Çünkü iyi bir şey yapar zannınca.
Şimdi benim yaptığım gibi. Sananları sanarak, sınayanları sınayarak.
Bu dünya böyle işte.
Mesela iki gün sonra topuklu botlarla Kadıköy'den Moda'ya yürünecek. Yürürken de şikayet edilecek. Sonra şikayet sırası soğuk havaya gelecek, topuklu botlar giymenin nedeni soğuğa bağlanacak ( çünkü düz taban ayakkabı soğuğa çabuk kanıyor, hem yağmur da geçiriyor denecek) ve yürümeye devam edilecek.
Oyun Atölyesi'nin önünden geçilecek ve kapısında ağlanılan günler anımsanacak, çok üzerinde durulmadan yürümeye devam edilecek...
Ve aslında olmak istenilen yer olduğu düşünülen, yalancı ışıkların olduğu,o sevilen mekana gidilip sahne makyajı yapılacak.
Ama sahneye çıkılmayacak.
Sahnenin üstünden yürünecek, bir o kulise, bir bu kulise. Ve topuklu botların sesi kulağa kazınacak.
Adak kontrol edilecek, yerinde mi diye. Merdivenler çıkılıp inilecek. Ve bir sürü ayrıntı daha.
Hüzünlenilecek ama şikayet edilmeyecek.
Sabredilecek ve gülümsenecek.
Sonra...
Sonrasında perde açılıp kapanacak.
Birileri için mutlu son, birileri için yeni bir gün daha başlayacak.
Benim için.

 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder